Makaleler&Raporlar 13 Haziran 2024
20Views
Dr. Gökhan Güneş’in bu iki önemli karar üzerine 18 Nisan 2024’te X üzerinden yaptığı değerlendirmeler şu şekilde:
“Bugün sizlerle, Yalçınkaya kararının güncel yargılamalar açısından önemini somut bir örnek üzerinden anlatacak ve neden bir milat olduğunu paylaşacağım. Geçen yıl sizlerle Yargıtay’ın sır gibi sakladığı Birol Erdem kararını paylaşmış ve nasıl adamına göre karar verildiğini anlatmıştım. Bu karar, bir taraftan tam bir çifte standart örneği olsa da diğer taraftan benzer durumda olan on binlerce kişi için de emsal niteliğinde bir karardı.
Zira Ceza Genel Kurulu’na (CGK) göre Erdem, 2004 yılına kadar cemaat hiyerarşinde yer almış, ancak bu tarihten sonra irtibatını kesmişti. Dolasıyla daha sonra Müsteşar olan bir kişinin sadece bu görevi yapması nedeniyle hiyerarşik yapıya dahil kabul edilmesi mümkün değildi. Hatta, CGK’ya göre temadi eden bir suç olan örgüt üyeliği ve yöneticiliğiyle ilgili süreç bile sırf Erdem’e beraat verebilmek için 3’e bölünmüştü.
Ayrıca, hiçbir dosyada göremeyeceğiniz şekilde aleyhine verilen onlarca tanık ve itirafçı beyanı teker teker itinayla çürütülmüş, aleyhe olan hiçbir husus dikkate alınmamış ve “itibarlı” tanıklar dinlenerek onların ifadelerine göre karar verilmişti. Güncel dosyalar da tanıklarla ilgili dile getirilen ancak hiç dikkate alınmayan hususların tamamı CGK tarafından Erdem’in beraat gerekçesi yapılmıştı.
Sonuç olarak CGK, Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı ve HSYK üyeliği gibi çok önemli görevleri yapan, hakkında örgüt yöneticiliğinden dava açılan ve “mahrem hizmetler” sınıfında bulunduğu kabul edilen Erdem’in üzerine atılı suçu işleme kastı bulunmadığını belirterek CMK’nın 223/2-c maddesinden beraatına karar vermişti. Hakkındaki bu kadar iddiaya rağmen hiç tutuklanmayan ve ihraç ta edilmeyen Erdem’in hâlen Adalet Bakanlığı Yüksek Müşavirlik görevine devam etmesi çifte standardın bir başka göstergesiydi.
Bu karara kadar neredeyse hiçbir dosyada yer verilmeyen ilke ve kriterler o kadar önemliydi ki, bunların uygulanması halinde güncel yargılamalar kapsamında herkesin beraat etmesi mümkündü. Ancak, bu hukuksuz düzenin mimarlarından Yargıtay, Erdem hakkında verdiği kararı başka hiçbir dosyada uygulamadı ve sanki bu kararı kendisi vermemiş gibi mahkumiyet kararlarını onamaya devam etti. Yargıtay’a göre Birol Erdem darbe teşebbüsünden haberdar değildi, ancak ev hanımları bile haberdardı!
Ancak, bu karardan 6 ay sonra AİHM, Yalçınkaya kararıyla adeta rejim yargısının suçüstü yaklandığını ilan etti ve mağdurların Birol Erdem kararından daha önemli bir kazanım elde etmelerini sağladı. Zira AHİM, güncel yargılamalarda mağdurlara isnat edilen fiil ve suçlamanın aslında silahlı örgüt üyeliği değil, Bylock kullanımı ya da kriter kabul edilen diğer yasal faaliyetler olduğunu ve bunlar sebebiyle cezalandırıldıkları söyledi.
Fakat, mevzuatta Bylock kullanmak, Bank Asya’ya para yatırmak, dernek/sendika üyeliği, ankesörden aranmak, Garson fişlemesinde isminin bulunması diye bir suç yoktu ve bu nedenle güncel yargılamalar kapsamında yargılananlar hakkında CMK’nın 223/2-a maddesindeki “yüklenen fiilin” kanunda suç olarak tanımlanmamış olması” gerekçesiyle BERAAT kararı verilmeliydi.
AİHM, Bylock nedeniyle ceza verilmesini yasallık ilkesine aykırı görmesinin yanı sıra; dernek, sendika ve Bank Asya hesap sahipliğinin cezalandırmaya gerekçe yapılmasıyla ilgili daha ileri bir adım attı ve bu fiillerin “yasallık karinesinin” bir gereği ve Sözleşme’deki hakların kullanımıyla ile ilgili olduklarını belirtti. Ayrıca AİHM, bu genel karinenin çürütülmesinin iddia sahibine ait olduğunu ve bunun da kanıtlanmadığını söyledi. Ancak, birçok dosyada mahkemeler adeta bu fiilleri de iddia edilen örgüt üyeliği suçunun unsurlarıymış gibi kabul edip doğrudan mahkumiyete gerekçe yapmıştı.
Yalçınkaya kararı işte bu nedenle çok önemliydi ve kararda çok önemli olan bir hususa dikkat çeken AİHM; “suçun unsurları nerede, siz daha bu unsurların varlığını dahi araştırmadan otomatik olarak ve varsayımlarla ceza vermişsiniz” dedi. Devamında da suçun delili olabilecek hususların suçun unsurları yerine ikame edilmesi nedeniyle verilen mahkumiyetlerle ilgili tarihinin en ağır ihlalini verdi.
Ayrıca, kararda ortaya koyduğu ilkeler ile Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun hukuksuz ilk örgüt kabul kararını onadığı 26/9/2017’den önceki ve sonraki yasal faaliyetler nedeniyle ceza verilemeyeceğini de tescilledi ve adeta rejim yargısının elini kolunu bağladı. Çünkü, bu tarihten önce on binlerce kişiye kriter kabul edilen ve hepsi de yasal faaliyet olan hususlarla ceza verilirken; bu tarihten sonra insani duygularla yapılan yardımlar “yeniden yapılanma” adı altında terörün finansmanı, örgüt üyeliği veya yardım suçlarının unsurları yerine ikame edildi. Yani, bu dosyalarda bu kez de insani yardım kapsamında kalan faaliyetler, sayılan suçların unsuru gibi kabul edildi ve hukuksuz yargı pratiği bu tarih öncesi ve sonrasında hiç değişmedi.
Peki bu aşamadan sonra, Bylock, banka, sendika/dernek iddiaları dışındaki bir delille örneğin tanık anlatımları, ankesör ya da garson gerekçe gösterilerek cezalandırılma yoluna gidilebilir mi? AİHM’in ihlal verdiği Bylock, banka ve sendika-dernek ile henüz incelemesini yapmadığı diğer kriterler arasında bir fark yoktur. AİHM hangi sebeplerle Bylock’tan ihlal verdiyse, aynısını diğerleri için de verecektir. Örneğin, tanık beyanıyla ceza verilebilmesi için öncelikle suçun maddi ve manevi unsuru şüpheye yer vermeyecek şekilde ortaya konulmalı ve bu beyanla suçun unsurlarının nasıl gerçekleştiği delillendirilmelidir. Yani, tanık beyanına suçun unsuru değil, olması gerektiği gibi delil muamelesi yapılmalıdır.
Mevcut durum itibariyle ne tanık beyanı, ne ankesör ne de garson fişlemelerine dayanılarak hukuka uygun bir şekilde ceza verilebilmesi mümkün değildir. Zira hiçbir dosyada kimseye örgüt üyeliği suçunun maddi unsurunun olmazsa olmazı cebir ve şiddet içeren eylem isnadında bulunulmadığı gibi manevi unsur olan darbe teşebbüsünü bildiği ve istediği de iddia edilmemiştir. Bu yargılamalar “varsayım ve ihtimal” yargılamalarıdır. Çünkü, eğer kişi Bylock kullandıysa, ankesörden arandıysa, sohbete ya da bir toplantıya gittiyse darbe teşebbüsünü de biliyordur ihtimali ve AİHM’in ifadesiyle varsayımıyla hareket edilmiştir.
İşte Yalçınkaya kararı bu nedenle bir milattır. Rejim yargısını topal ördek yaptı dememizin sebebi budur. Uygulanması halinde mağdurların tamamının beraat edebileceği Birol Erdem kararı Yargıtay tarafından köşe bucak saklanırken; AİHM bu kararla, rejim yargısının suçun unsurları bile oluşmadan insanları cezalandırdığını ve kararın 100 binden fazla kişiyi doğrudan ilgilendirdiğini tüm dünyaya ilan etmiştir. Kararı uygulamakla yükümlü olanlar şimdilerde ölü taklidi yapsalar da bu uzun sürmeyecek ve mutlaka gereği yapılacaktır. Mağdurlar haklarını aramaya devam eder ve mücadeleden vazgeçmezlerse kararın neticesi herkes için CMK’nın 223/2-a maddesi gereğince beraattır.
Yalçınkaya kararı sonrası, hukuk devleti olduğunu Anayasasının 2. maddesine yazan Türkiye’de mahkemelerden beklenen, AİHM kararında ortaya konulan ilkeler gereğince, kanunda suç olarak tanımlanmayan Bylock kullanımı, dernek, sendika üyeliği, Bank Asya hesap hareketi, garson, tanık ve ankesörden aranma gibi fiiller nedeniyle keyfi cezalandırma hukuksuzluğuna ve yaşattıkları mağduriyetlere bir son vermeleridir.